Sarp Kalfaoğlu: Benim için hiçbir ‘Dengeler’ karakteri masum değil
Oyuncu Cihangir Ceyhan’ın başrolünü üstlendiği ‘Dengeler: Biri Olmak’ dizisi, GAİN’de izleyiciyle buluşmaya devam ediyor. Dizide Cihangir Ceyhan, yaşadıkları sonucunda gayrimeşru dünyaya çekilen Ferit Kamacı karakterini canlandırıyor.
Inter Yapım imzalı dizide Cihangir Ceyhan’a Mazlum Çimen, Erol Babaoğlu, Sabahattin Yakut, Savaş Satış, Burak Şafak, Tanju Bilir, Ulvi Kahyaoğlu, Gurur Çiçekoğlu, Zamire Zeynep Özdemir, Mücahit Koçak, Canan Ürekil ve Ersin Olgaç gibi oyuncular eşlik ediyor. Senaryosunu Sarp Kalfaoğlu’nun kaleme aldığı dizinin yönetmen koltuğunda ise Süleyman Mert Özdemir oturuyor.
Dizinin senaristi Sarp Kalfaoğlu ile ‘Dengeler: Biri Olmak’ dizisini konuştuk.
‘Dengeler: Biri Olmak’ nasıl ortaya çıktı, sizi böyle bir dizi yazmaya yönelten nedir? Yazım süreci nasıl geçti?
Ben 2011 yılında henüz 22 yaşındayken Sabancı Müzesi’nde bir sergi gezdim. Dünyanın en önemli çağdaş sanatçıları arasında gösterilen Sophie Calle, “Son Kez, İlk Kez” başlığını verdiği bu sergide görme engelli bir grup İstanbullu’yu konu belliyor, çalışmasının bir etabında sonradan görme yetisini kaybeden İstanbullular’a hatırladıkları son görüntüyü soruyordu. Mülakata konu bir taksicinin yanıtı benim açımdan kan dondurucu cinstendi. Yanıtıyla Calle’e İstanbul’un göbeğinde çete mensuplarınca başından vurulduğunu ve bu yüzden görme yetisini kaybettiğini anlatan taksici, iddiasına kendisine bu kötülüğü yapan kişilerin plakasını bile ekliyordu. Ve tabii son olarak bu olay yaşanırken taksisinde olanların daha sonra mahkemede silah zoruyla ifade değiştirdiğini, mahkemesinin takipsizlikle sonuçlandığını da…
Bu anlatıyı okuduğumda nutkum tutulmuştu ve ortalama bir Ortadoğulu olarak “Keşke,” demiştim. “Keşke -dönemin- başbakan(ı) da bu sergiyi gezse, taksicinin acı hikAyesini okusa ve suçluların ceza almasını sağlasa.” Sonra kendime şaştım. Fransız lisesi mezunu, ömrünün bir yılını Arjantin’de geçirmiş, çağdaş öğretilerle büyümüş biri olarak neden tek bir kurtarıcıya ihtiyaç duyuyordum ki? Neden ülkemin yasalarına, yasalarının yaptırım gücüne güvenmiyordum da, tek bir muktedir el bekliyordum…
İşte o günlerde aklımda dönmeye başlayan bu çatışma beni İstanbul’un göbeğinde işlenen bir taksici cinayetine, o cinayetin insan analizi için müthiş bir zemin oluşturduğu kanısına; zaaflara, yanılgılara, hazza, suça meyle, kadının erkeğe göre bu tarz meselelerde nerede durduğuna, masumiyete; özetle Dengeler’e götürdü. “Biri Olmak” da tüm bu soruların benim açımdan işleniş zeminlerinden sadece bir tanesi. Yazım süreci işte tüm bu soru ve sorunların gölgesinde, hayli çetrefili ama keyifli geçti.
‘NAMUSSUZUN SAÇINA AK DÜŞMEZ’
Başrolde Cihangir Ceyhan’ın canlandırdığı Ferit karakteri var. Zor bir çocukluk geçirmiş, masumane hayaller kuran ama hiç istemediği halde kendini suç ve şiddet dolu bir dünyanın içinde bulan biri Ferit… Bu karakteri nasıl yarattınız, size ne ilham oldu? Cihangir Ceyhan’ın canlandırdığı Ferit karakterini nasıl tanımlarsınız?
Ferit Kamacı’ya maalesef Türkiye’den ilham bulmak çok zor değil. Sadece benim tanıdığım bin tane Ferit Kamacı var mesela. Hatta daha ileri gideyim; Arjantin’in Patagonyası’nda yaşayan ve ezelden beri futbolcu olma hayali kuran olağanüstü yetenekli ama bugünlerde oto tamirciliği yapan arkadaşım Maldonado da, Fransa’nın Orléans şehrinin banliyösünde ikamet eden ve benim de vaktiyle okuduğum üniversitenin şu günlerde gece bekçiliğini yapan basketbolcu tanışım Omar da aslında bir Ferit Kamacı.
Ferit Kamacı’yı bu bahsettiğim Ferit Kamacılar’dan ayıran tek temel özellik, o ‘suç işleyebildiğini, suç işlediği takdirde başına bir şey gelmeyebileceğini’ tatmış. Yani insanı, ilk insandan beri kendisine kodlanan yazılı ya da yazısız suç kavramından uzak tutan normu çiğnemiş ve hayatına öyle de devam edebileceğini görmüş. Ezkaza işlediği bu suç, mahalli bir çete liderinin de faydasına olunca… Ferit zaten istenmediğine inandığı yuvasından kovulup, halis niyetlerle sevildiğine inandığı bir suç hanesine sığınmış.
Benim için masum bir çocuk değil Ferit. Benim için hiçbir ‘Dengeler’ karakteri masum değil. Benim masum karakterler, kahramanlaştırılan suçlular ilgimi çekmiyor; onları hataya götüren düzen ve insan tavırları benim malzemem. Ama senaryodaki haliyle yavrum bir çocuk Ferit. İlk büyük suçunu işleyene kadar tasasız. “Porê be namusa sîpî nabê” diyoruz mesela biz senaryoda. “Namussuzun saçına ak düşmez” cümlesinin Kürtçesi. Namussuz vurdumduymazdır, dertlenmez; saça ak düşmesi tasa belirtisidir anlamında. Namussuzun saçı beyazlamıyor da, namuslunun saçı da kana bulanabiliyor bazen… Ferit’in saçı da işte o kanı temizlemeye çalışırken giderek beyazlıyor bizim hikayemizde. Bıraksaydık da gönlünce profesyonel boks yapabilseydi belki böyle harcanmayacaktı. Adalet yerini bulsaydı, ihkak-i hakka meyletmeyecekti belki de.
Biz onun, biz Ferit Kamacıların yolunu kesiyoruz. Sonra neden sokakta herkesin yüzü asık diye vahvahlanıyoruz. Haliyle soru şu: Hayal ettiği geleceğin bir türlü gelmediğini gören insanlarla dolu bir toplumdan en fazla ne alabilirsin ki? İlk bölümde de söylüyoruz bunu: “Bir geleceğimiz vardı, bir türlü gelmedi” diyor Ferit’in dövüştüğü köprü altının duvarında. Filler tepişirken ezilen çimenlerden biri Ferit. Ağzı küfürsüz, yüreği temiz ve çok hatalı. Çoğumuz gibi yani.
Benim Ferit ve onun özelinde ‘Dengeler’ evreniyle ilgili cümlem aslında Özdemir Asaf’ın Jüri şiirinden: “Bütün renkler hızla kirleniyordu, birinciliği beyaza verdiler.”
‘CİHANGİR CEYHAN, BANA BEŞ DAKİKADA BİN MALZEME VERDİ’
Ferit aynı zamanda bir sosyal medya fenomeni. Sosyal medyada bilgilendirici savunma ve dövüş sporu videoları çekiyor. Dizide sosyal medyanın yönlendiriciliğine ve insanları etkilemesine vurgu yapılması hakkında neler söylersiniz?
Bu sorunun iki bağlamda yanıtı var: İlkin Ferit Kamacı ve sonra günümüz Türkiye gayrimeşrusu… Öncelikle ben iyi bir sosyal medya kullanıcısı değilim. Ama iyi bir gözlemciyim. Nasıl ki metot oyuncuları oynayacakları rolü yaşıyor, ben de o kadar olmasa da bu dizide geçen birçok konuyu yaşamak için kendimi ‘büktüm’, hatta ‘kırdım’. Sosyal medyayı bu bağlamda takip etmek de dört yılımı alan bir mesai. Benim kafamdaki Ferit, geliri olmayan bir oğlandı. Cebinde beş kuruşu olmayan ama Bebek’ten lebiderya ev almak isteyen çok tanıdığım var benim ve bu anlamda onları ilgi çekici bulurum. Aynı zamanda parayla işi olmaması da karakterin başka bir şey…
Cihangir, oynayacağı karakteri gerçekten yaşayan bir oyuncu. En azından benim Ferit (ve onun oynamasını hayal ettiğim başka karakterlerim) özelinde Cihangir’de gördüğüm bu. Çok etraflıca düşünüyor karakteri üstüne. Hem bir geliri olsun diye konuşur hem de sosyal medyada ortaklaşa takip ettiğimiz hayli ilgi çekici insanlar hakkında çene çalarken bir gün “Ferit canlı yayın açar mı?” dedik. Cihangir çok yükseldi bu fikre. Cihangir bir şeye inandığında dünyadaki her şeyden kopar ve bambaşka bir evrene geçer. Benim gözümde onun eşsiz bir aktör olması biraz buradan geliyor. Bana beş dakikada bin malzeme verdi.
Ferit Kamacı’nın sosyal medyada canlı yayın açması ve oradan aldığı hediyelerle gelir elde etmesi, gelir elde etmek için yaptıkları… Hakikaten hem bugünün anlatısında ilk olma özelliği taşıyordu -yenilikçiydi-, hem de doğurgandı. Aynı zamanda Ferit Kamacı’nın nahifliğine, sempatikliğine, oyunbazlığı ve masumiyetine inanılmaz katma değer sağlıyordu. Ve bizi çok duygusal bir yerden hem Zeynep Karaca’ya hem de Ferit’in müteveffa annesi Güngör Kamacı’ya bağlıyordu. İzlenme isteği; tanımadığı, yüzüne hiç dokunmadığı; yani annesi gibi insanlarla konuşma ihtiyacı… Hepsi hem Cihangir’in, hem benim istediğime oturunca; geriye yazmak kaldı. Tabii repliklere ve tavırlara Cihangir’in olağanüstü doğaçlama yeteneği de eklenince… Ortaya tadından yenmez sahneler çıktı.
Sorunun gayrimeşru bağlamlı yanıtına gelince… Evet; kıymetli bir gazeteci şöyle diyor: “Türk mafyasını dünyadaki muadillerinden ayıran en belirleyici yan; Türk mafyasının ketumluktan uzak oluşu… 90’larda bir ufak telefon dinlemesinde mafyanın tüm eylemlerine vakıf olmak mümkündü.” İşte o ketumluk bugün sosyal medyada kırılıyor. Benim ilgimi kim ne dedi, ne yapıyor çekmiyor. Benim için edebî olan tüm bu paylaşımların, canlı yayınların çocuklar, gençler; özetle insan üzerindeki etkisi. Sedat Peker sosyal medyaya birçok vurucu video çekti. O videolara konu olmuş, eğitimsiz fukara bir gencin kısa sürede belli illegal yollardan geçerek lüks arabalara binebilmesini belki modern, seküler kesim diş sıkarak, vah çekerek izledi. Peki ya milyonlarca öteki fukara genç? Onlar ne düşündü? “Olacak iş değil” mi dedi, yoksa “Biz de yapabiliriz lan!” mı? İyi düşünmek lazım.
Faysal Akbaş ilk bölümde Ferit Kamacı’ya “Benim zamanımda iki kere taşımasız emanet patlattığında yallah kodese, şimdi öyle mi? İki gün ya yatar ya yatmaz, o da onuncu yakalatışında” diyerek ülkenin geldiği hali, vahameti anlatıyor; hayıflanıyor. Peki Ferit bu cümleleri nasıl duyuyor? Faysal ağabeyinin farkında olmadan verdiği bilgi Ferit’in yüzünü nasıl karartıyor, aklına karpuz kabuğunu nasıl düşürüyor, bence ona bakmalıyız.
‘Dengeler: Biri Olmak’, özellikle başrol oyuncuları nedeniyle ‘Sıfır 1’ ve ‘Kıyma’ gibi, sokakla özdeşleşen bir dizi… Bu temanın artık belirli bir izleyicisi var diyebilir miyiz? İzleyicilerden nasıl tepkiler alıyorsunuz?
Ben Sıfır Bir – “Bir Zamanlar Adana’da” dizisinin kıyısında köşesinde bulunmuş bir insanım. Kıyma dizisiniyse sadece bir bölüm izledim. Bence ‘Dengeler’ (hem filmi hem de dizisi “Biri Olmak” ile) bu üretimlerden (tamamını izlemediğim için Kıyma’ya dair bir şey diyemiyorum ama Sıfır Bir – “Bir Zamanlar Adana’da”’dan bilhassa) çok başka bir yerde duruyor. Aynı şekilde ‘Dengeler’in teması, tıpkı o evrende bulunmuş oyuncularımızın buradaki mesai ve tavırları gibi bence çok farklı.
Türün izleyicisi var mı; bunu galiba dizimizin datasını görene, yani GAIN ekibine sormak lazım. Ben bu süreçte yorumlara biraz kendimi kapadım. Sağdan soldan özel olarak gönderilenleri okuyorum ve gülümsüyorum. Arada duygulanıyorum. Sonra aslında bunun da bir zehir olduğunu düşünerek başka işlerle uğraşıyorum. Ülkenin en önemli üniversitelerinden birinde ‘Dengeler’in derse konu olduğu çalındı kulağıma, bir davet aldım, memnun etti beni. Galatasaray Üniversitesi’ndeki derslerim için kampüse gittiğimde meselenin akademik bağlamda ilgiye gark olduğunu görüyorum. ‘Dengeler’in insan eksenli, toplum eksenli, azınlıklar eksenli okumalarını gördükçe tabii mutlu oluyorum.
Amacımız buydu bizim. Tüm dünyada geçerliliği olacak bir insan hikayesi anlatmak. Şimdilik muvaffak olmuşuz gibi gözüküyor. Ekipçe mutluyuz – Ben de öyle.
‘ARGO DİLE ÇOCUKLUĞUMDAN BERİ ÇALIŞIYORUM’
Yapımda yer alan şiddet ve argo dil kullanımına dair neler söylemek istersiniz?
Herhangi arama motoruna girin ve dizide geçen şiddet sahnelerini arayın. Maalesef daha kan dondurucularını anlatan binlerce haber göreceksiniz. Biz bir dramaturjik yapı dahilinde, hikayenin gerçekçiliğine hizmet edecek şekilde, her planına ve kurgusuna ilmek ilmek çalışarak oluşturduk bu sahneleri. ‘Dengeler’in yönetmeni dostum ve bu yolda yoldaşım Süleyman Mert Özdemir’le kaç gün sabahladık minicik bir plan, ufacık bir replik için… Sayamıyorum. Gerçek hayattaki şiddet kadar fütursuz değildik yani; ince eleyip sık dokuduk. “Sanat, hayatı taklit eder” der Platon’un Mimesis Kuramı. Siz gerçek hayatı toparlayın, merak etmeyin bu tarafta kalem bende.
Argo dile gelince… Argo candır, canandır. Küfür başka, argo başkadır. Argo zenginliktir. ‘1984’ romanında okursunuz, tüm faşizan iktidarlar evvela dili sadeleştirmeye uğraşırlar. Dil demek düşünce demektir. Dil fakirleştikçe düşünceniz çulsuzlaşır, gerçekleri göremez; faşizan iktidardan hak ettiğinizi isteyemez hale gelirsiniz. Hak ettiğinizi de tartacak mecaliniz kalmaz zaten. Argo dile belki çocukluğumdan beri çalışıyorum. Cihangir’le de çok çalıştık bu konuya. O da benim gibi dil konusunda hassas. Geniş dağarcık sevdalısıyız özetle. İhsan Oktay Anar, Yaşar Kemal okurken kendimizden geçeriz.
Ben kimsenin lafını kesmem, uzun konuşursa da kesmem. Not alırım gerekirse ama kesmem. Kimse de benim lafımı kessin istemem. Ama eğer kelime dağarcığı geniş, geldiği coğrafyanın kelimesini deyişini sözüne çok karıştıran biri keserse lafımı susar dinlerim. Bu hassasiyet ‘Dengeler’e yansımıştır elbet. Reji grubu ve oyuncular da kahir ekseriyetle senaryonun bu yönüne saygı duyup repliklere sadık kalınca ortaya böyle bir metin çıktı işte.
”DENGELER’DE KADIN AZ AMA ÖZ’
Dizinin ilk bölümlerinde çok fazla kadın karakter yer almıyor, bu dikkatimi çekti. İlerleyen bölümlerde değişecek mi bu durum?
Hikaye yazdım, kadın yok diye eyvah demek kadına hakarettir. Ne bu, yemeği yaptık tuzu unuttuk evhamı mı? ‘Dengeler’de kadın az ama öz. İlla kadını görmemiz mi gerekiyor, onların yokluk ya da varlığıyla saçma sapan hareketler yapan, oradan oraya savrulan ‘Dengeler’ erkeklerini ne yapacağız? Nuri Bilge Ceylan’ın “Bir Zamanlar Anadolu”sunda bence harika kadın karakterler var ve hepsini iliğimize kadar hissediyoruz ama kaçını kanlı canlı görüyoruz?
İdris Susuz’un kader birliği ettiği İlyas Kargı’nın arkasından Gonca Bulut için iş çevirmesi zayıflık değil mi? Çıkıp arkadaşına “Biz birbirimizi seviyoruz; çocuğumuz olacak bizim” diyemeyen, “Biri olamayan” İdris’in sünepeliği benim ilgimi çekiyor. “Ben buyum, yaşım bu, tipim bu” diyemeyen özgüvensiz İlyas Kargı’nın kendinden yaşça küçük Gonca Bulut için şekilden şekle girmesi… Bence edebiyat bu.
Ferit Kamacı’nın tüm yolculuğunu annesinin ölümü, annesinin yokluğu belirlemiyor mu? Ferit hangi semtin çatısında spor yapıyor, annesinin ismi ne mesela? Halil İbrahim Kamacı hâlâ her gece kaybettiği eşinin kıyafetlerine bakarak yatıyor, karısının kaybını bir türlü atlatamıyor. Hidayet Alperen’in derdi ne? Müyesser peki? Saçma sapan sebeplerle birbirlerine giren erkekleri dizginlemek için kendince bir metot bulmuş, kendine yetebilen bir kadın olarak evden pılısını pırtısını toplayıp çıksa hiçbir erkeğin en ufak işi bile beceremeyeceğini hissettirmiyor mu bize? Hangi hanede bugün böyle bir kadın yok ki? Bu kadını hepimiz tanıyoruz bence, hepimizin ailesinde bir Müyesser var. Önemsiz sanılan ama yokluğuyla hayatına dokunduğu yediden yetmiş yediye tüm erkeklerin ayağını bir pabuca sokan o büyülü kadın. Lütfen Müyesser’in yolculuğunu takip edin. Aynı şekilde Gonca Bulut’unkini de… Sürprizleri bozmak istemem.
Zeynep Karaca, çocuksu sevgilisini yan hesaptan hediye atarak mutlu eden, düz vites arabayı kendisine yakıştırmadığı için tamirci Murat İnan’la dalga geçen, kendi başına Kamacı Ailesi’nin akıbetiyle ilgili çok önemli bir inisiyatif alan bir kadın aslında. Yaşça Ferit’ten küçük ama sanki sevgilisinden 10 yaş olgun gibi. İkinci bölümde çocukları ve karısına “Bok yiyin!” diyen Torbacı Hüseyin’e eşi Halime ne diyordu, hatırlıyor muyuz? “Allah belanı versin Hüseyin.” Üç sahne sonra aynı Hüseyin domuz pisliği yiyerek can veriyor mesela.
Müjgan ya? Kendinden 15 yaş küçük bir erkekle birlikte çünkü seviyor. Toplum baskısı vesaire umurunda değil. Kocasıyla da bir hikayesi var aslında bu soruya çok güzel cevap olabilecek ama henüz o bölümlere gelmedik.
Erkekler tepişirken burun kıvıran, onları çocuksu bulan, hayatın devam ettiğini bilen, gerçek kadın karakterlerim olduğuna inanıyorum ben. Hayatın ciddiyetinin farkında, anlamlı meselelerle ilgilenen kadınların olduğuna.
‘Dengeler’ GAIN’de izleyiciyle buluşuyor. Dijital platformların yarattığı özgür bir ortamdan söz edebilir miyiz? Ne söylemek istersiniz?
Ben bu iddiayı biraz dağınık buluyorum. Özgürlük ne demek mesela? Hikayeye ve üretimine yayıncının karışmaması mı? Eğer öyleyse ben bunu istemiyorum mesela; karışılsın lütfen. GAİN’le de böyle çalıştık. Ben bir senaryo yazacağım, bir dostum o senaryoyu okuyup “Ben üstüne konuşmak istiyorum” diyecek, bundan büyük zenginlik mi var? Ben bu hikayeyi havaya mı yapıyorum? Bu işin ekonomisine talip, hikaye çalışırsa yüzü gülecek, ekmek yiyecek dostlarıma yapıyorum. Onların fikirlerini nasıl önemsemem.
Benim tek ricam, altı dolu konuşulmasıdır. “Bu bana geçmedi” gibi cümleleri sevmem. Bu yüzden bana biri benim çalışmamla ilgili bir şey söylüyorsa isterim ki dersini iyi çalışsın çünkü ben çalışıyorum. Kıyamet gibi dizi/film izlemişim, bir ton insanla konuşmuşum, bir virgül için aylarca kafa patlatmışım, masamda suç anlatısına dair kitaptan bilgisayarımı koyacak yer kalmadı. Ben -akademik tabirle- literatür taramamı yapıp geldim, sen de aynı durumdaysan kulağım sende, dinliyorum dostum. GAİN hikayemi sahiplenmiş, bana maddi manevi el uzatmış; bundan büyük nimet mi var?
En sevdiğim de bana aykırı şeyler söylenmesidir. Altı dolu olduktan sonra başımın tacıdır. Ben inandığımı iyi savunabileceğimi düşünüyorum. Neden inandığıma laf edilmesinden korkayım ki? Bu zayıflık belirtisidir, altı boşluğa işaret eder. Ben inandıklarımı idam sehpasına çıkarmaya, sonra hepsini ipten almaya hazırım. Alamadım mı, o zaman o inandığımı herkesten yılmaz eleştiririm, sınıfı geçemezse geçmiş olsun… Atarım. GAİN’le de böyle çalışarak ikna ettik birbirimizi. Çok karakter, çok hikaye diyorlardı. Anlattım. ‘Euphoria’ dedim, ‘The Wire’ dedim, ‘Game of Thrones’ dedim. Başkaca daha niş örnekler de verdim. Sahne sahne analiz edip “Güvenin bana, akacak” dedim. El sıkıştık.
Şimdi mesela şöyle bir talep geliyor eşimden dostumdan: Bölümler çok kısa, uzatın ya da hepsini birden yayınlayın. Yahu bölümler kısa değil; her biri 50 dakika üstü. İzlediğiniz tüm dijital dizilerden daha uzun ‘Dengeler: Biri Olmak’. Tek farkı: Bu akıyor… Neyse.
Sizin izlemeyi sevdiğiniz, takip ettiğiniz diziler hangileri?
Ben çok zor yeni dizi izlerim. Eskiler döner televizyonumda ekseriyetle. Çok muhafazakarım bu konuda. Ne çıksa izlerim diyecek bir vaktim de yok açıkçası. Bana saygı duyan her hikayeyi izlerim. ‘Ripley’i izledim mesela yenilerden. Epey sevdim.
Bunun dışında top 5’im ‘Mad Men’, ‘The Sopranos’, ‘Gomorra’, ‘The Leftovers’ ve ‘The Young Pope’tur.
Yakın zamanda yine sizin elinizden çıkmış başka bir iş izleyecek miyiz?
Ben senarist değilim. Senaryo yazdım sadece. Yazmayı seviyorum. Senaryo yazmayı, roman yazmayı seviyorum. Bir romanım var ‘Başka Boşluk’ diye. “Dizi olur, film olur bundan” diyorlar; yazamam diyorum mesela. Yazdım onu, mecrası romandı ve yazdım bitti. Başka bir şey benden çıkmaz, buyurun siz yapın diyorum. Murakami’ye bir romanının sonrasını yazıp yazmayacağını soruyorlar, öncesi varken sonrasına gerek olmadığını söylüyor. Benim için de öyle ‘Başka Boşluk’ meselesi. O hikayenin meselesi romanlıktı ve yazıldı.
Şimdi birkaç roman fikri daha var aslında kafamda ama ‘Dengeler’ beni heyecanlandırmaya devam ediyor.
Beşe yakın fikrim, iki de adına kadar bildiğim senaryom var: “Senin O Güzel Sesini Tüm Dünya Duysun” ve “Yavru”. Onları da bir gün yaparım becerebilirsem. Çünkü kulağımın dibinde bağırıp duruyorlar.